Aralarındaki bağlılık ve doğanın muhteşem uyumu sayesinde anlamlı bir yaşam örneği gösteren Ardıç ağacı ile onun vazgeçilmezi ardıç kuşunu bilirsiniz. Birbirleri olmadan var olamayan bu iki canlı, doğadaki mucizenin vücut bulmuş halidir. Ardıç ağacı soğuk, kıraç, kayalık ve susuz yerlerde dahi toprağın derinliklerine kök salabilen, zorluklara göğüs geren bir ağaçtır. Görünüşü çam ağacına benzer, yaprakları iğnelidir. Kışın dahi dökmez yapraklarını. Meyvesi mis kokuludur, büyüdükçe kozalağa dönüşür.
İlk yerleşim yerlerinden olduğu bilinen Çatalhöyük’te evlerin ortasından yükselen ve evi ayakta tutan direğin ve çatı sisteminin ardıç ağacından yapıldığı bilinir.
Binlerce yıldır insanlığa şifa dağıtan bu ağaç, kadim kültürlerin saygı duyduğu kutsal, efsanevi bir ağaçtır. Şaman Türklerinin dallarına bez bağlayarak dilek tuttuğu ardıç ağacı, önemli kişilerin mezarı başına dikilirdi.
Alevi-Bektaşi kültürünün nadir ve en önemli kaynaklarından biri olan Velayetnamede Hace Bektaş-ı Veli’nin bazı vakitler Hırka Dağı’nda ardıç ağacı içine girerek inzivaya çekildiği ve ibadet ettiği yazılıdır.
Ardıç ağacı diğer ağaçlar gibi üremek için tohuma sahiptir. Ancak dibine düşen tohumlarının kabuğu çok serttir, toprakta çatlayıp, açılmaz. Tohumlar yeterli toprak olmadığından ve ardıcın gölgesinde güneş göremediğinden çimlenemezler. İşte bu yüzden ardıç ağacı varlığını sürdürebilmek, çoğalabilmek için ardıç kuşuna ihtiyaç duyar. Tam da burada sevdiğine kanat çırpar emektar ardıç kuşu.
Ardıç kuşu ağacın tohumlarını yer, doyurur karnını. Ardıç ağacının tohumları sindirim sisteminden geçerken, enzimler sayesinde yumuşatılarak asitli bir özellik kazanır ve toprağa düşer. Tohumlar çimlenebilecek hale gelmiştir artık. Böylece ardıç ağacı sevdiği emektar ardıç kuşu sayesinde doğanın döngüsünde var olmaya devam eder.
Doğadaki bu hikaye belki de Alevi-Bektaşi inancında ve edebiyatında başkalaşmak, başka bir canlıda yeniden hayat bulmak demek olan don değiştirmenin gerçeklik bulduğu haldir. Halk Edebiyatı ve Folklor araştırmacısı Pertev Naili Boratav, “İnsanın dini inanışları doğa üzerinden inşa etmesi ve doğada gözlemlediği başkalaşımı efsanelere taşıması sonucunda mitik anlatılarda önemli bir motif olarak şekillenen don değiştirme, insanların, hayvanların, bitkilerin, cansız varlıkların öz niteliklerini yitirip birinden ötekine geçmesi; cansız varlığın canlanması, canlı varlığın cansız madde haline gelmesi; dönüşümdür” demiştir.
Aşkın, sevginin, başkalaşımın, yaşama tutunmanın, dayanışmanın en saf halini görmek istersen ardıç ağacı ile onu hayata bağlayan ardıç kuşuna bakmalısın.
Şükrü Erbaş’ın deyimiyle, dostları başucunda ateşe gitmiş bir şairin dizeleri, “aşkların da yılkıya bırakıldığı” bu ülkede, atları ve aşkları özleyenlerin yaşama direncini sessizce çoğaltan bir gül olsun…
“ARDIÇ KUŞU VE SEVDA
Yüzünü biriktiriyorum şimdi
çünkü ben, bir ardıç kuşu gibi
kendi ölümüyle beslenen
güncesi ayrılıklarla dolu
ve teni her yaz
ayrı güneşlerde yanan bir çocuğum.
Ne kadar alışkınım bilsen
yazılmayacak mektuplar için adresler alıp-vermeye
yılların yorgunluğuyla sararan
silik, umarsız, gizini saklı tutan
ve bir daha yaşanmayan resimlere.
Yüzünü biriktiriyorum. Çünkü yüzün
bir sevda tohumu şimdi.
Geçerken ürpertilerle karanlıklar içinden
tutsak ve ağzımıza sığmayan dillerimizle
geçerken gecenin pususunda bir ırmaktan
bütün özlemleri tadan, bütün romanlarda
yeniden dünyaya gelen o çocuk
ağlıyor arkamdan
beni bırakma... Bırakma beni...
Kaç kişinin gücü yetmiştir
yasaklanmış bir aşkı savunmaya...
Yüzünü biriktiriyorum şimdi.
Soyları kocalarının adında eriyen
göçmen kadınlar gibi, hüzünlü ve sesim titreyerek
ne kadar alışkınım bilsen
bütün kanamalara... gülümseyerek.
Bir ardıç kuşuyum ben
toprağa düşeceğim bir gün
içimde çimlenen tohum çatlatıp yüreğimi
ağaca dönsün ve yüzyıl yaşasın diye
hiç ardıma bakmadan öleceğim.
Yüzünü biriktiriyorum şimdi.”
Zerrin TAŞPINAR