Odatv'den Barış Pehlivan, İzmir'deki FETÖ Borsası iddialarıyla anılan Ahmet Kurtuluş cinayetini yazmıştı. Pehlivan'ın Kurtuluş'un cep telefonundaki yazışmaların silindiğine ilişkin haberinin ardından İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı harekete geçti. Gazeteci Barış Pehlivan ise yeni gelişmeleri anlattı. İşte o köşe yazısı:
"İlk bu köşeden öğrendiniz:
FETÖ Borsası’nın kilit ismi Ahmet Kurtuluş’un 5 yaşındaki çocuğunun gözlerinin önünde öldürülmeden önce kiminle neler konuştuğu ve yazıştığı telefonundan silinmişti.
Adli bilirkişi hazırladığı raporda, Kurtuluş’un telefonunda “iletişimi içerir arama, aranma ve mesaj kayıtlarının bulunmadığını” iddia etmişti.
Bunun üzerine, bilirkişi raporunda incelenen telefon ve sim kartlarda olması gereken ama, nedense “bulunamayan” iletişim kayıtlarının bir bölümünü yayımlamış ve şu tespiti yapmıştım:
Ya yeminli bilirkişi yeminine sadık değildi…
Ya öldürülen Ahmet Kurtuluş’un cep telefonu İzmir Adliyesi’nde saklı tutulduğu sırada, birileri telefondaki iletişim kayıtlarını sildi.
Ya da her iki skandal da birlikte yaşandı.
Ne acı bir şüpheydi:
“FETÖ’nün Kandil’i” denilen İzmir’de, FETÖ ile mücadelenin Kabe’si olması gereken adliyede, FETÖ ile mücadeleyi ranta dönüştüren ağın öldürülen isminin telefonu, FETÖ yöntemleriyle silinmişti.
(Öldürülen Ahmet Kurtuluş, aralarında istihbaratçıların, askerlerin ve yargı mensuplarının da olduğu bir karede…)
HABERİN ARDINDAN HAREKETE GEÇTİLER
Bu haber dün büyük ses getirdi.
Neyse ki, uzun süredir Kurtuluş’un Ailesi’nin ve avukatlarının sesini duymayan İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı yazım üzerine harekete geçti.
Cinayet soruşturmasını yürüten Savcı Halil Özen, bilirkişi raporunu yalanlayan, Ahmet Kurtuluş’un telefonundaki iletişim kayıtlarının ekran görüntülerini avukatlarından dün teslim aldı. Soruşturma dosyasına da girecek bu gelişme resmi tutanağa da dönüştürüldü.
İnsan yine “şimdi mi aklınıza geldi” demeden duramıyor; zira Kurtuluş’un öldürülmeden önce kimlerle ne kadar iletişim kurduğuna dair HTS kayıtlarına da bakılması gerektiğine yeni karar verildi.
Hem öldürülenin hem de öldürenin telefonunun yeniden inceleneceği de öğrenildi.
“Gerçeklerin er geç ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır” sözünü hatırlatıp devam edelim…
CUMHURBAŞKANI’NA, ADALET BAKANI’NA VE BAŞSAVCI’YA MEKTUP
Tam da bu gelişmeler olurken, öldürülen Ahmet Kurtuluş’un avukatları Özgür Senger, Deniz Yiğitceoğlu ve Sibel İsa açık bir mektup kaleme aldı. Haberim üzerine kaleme alındığı belirtilen mektup Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’e ve İzmir Cumhuriyet Başsavcısı Kamil Erkut Güre’ye hitap ediyordu.
FETÖ Borsası’nı ve kilit ismi Ahmet Kurtuluş’u öldürenleri kasteden avukatlar “Bu örgütü deşifre ediniz; bu örgütü teşhir ediniz; bu örgütü yargı önüne çıkartınız. Bu talep, gözlerinin önünde babası katledilen küçük Ceyhun’un talebidir” çağrısında bulundu.
İşte o mektuptan çarpıcı bölümler:
“Ahmet Kurtuluş’un ifadeleriyle başlayan bir suç örgütü soruşturması mevcuttu. Bu suç örgütünün başlıca faaliyetinin de, kamuoyunun FETÖ Borsası olarak bildiği, zengin FETÖ’cülerin, adli makamların da ayarlanılarak beraat ve takipsizlik kararlarıyla aklanması veya bu yolla kişilerin dolandırılması, kişilere irtikap yapılması gibi eylemler olduğu iddiaları mevcuttu ve bu hususu ilk aydınlatan Ahmet Kurtuluş’tu. Ancak öğrenilmiştir ki, Ahmet Kurtuluş cinayetinden sonra, ortada bir örgüt olmadığından bahisle suç örgütü soruşturması kapatılmış, anılan bazı suçlarla ilgili, basit adli olaylarmış gibi haklarında dava açılmıştır. Yine tarafımızdan haricen öğrenildiği kadarıyla, bu dava da İzmir 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmektedir.
Ahmet Kurtuluş’un elektronik kelepçesine hakkaniyete aykırı şekilde çıkarttırmadığından ve adres değişikliği talebini keyfi olarak yanıtlamadığından bahisle suç duyurusunda bulunduğumuz İzmir 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, Ahmet Kurtuluş’un cinayeti davasının görüleceği ve Ahmet Kurtuluş’un ifadesi sebebiyle açılmış soruşturmaların davalarının görüleceği gibi bir gerçek ile karşı karşıyayız. Bu durumda sormamız gerekiyor; bu olgu hukuki güvenliğin tehlikeye sokulması değil midir? Bu olgu, doğal hakim ilkesinin çiğnenmesi değil midir? Bu mahkeme heyeti ile ilgili, HSK tarafından henüz soruşturma yapılması veya yapılmaması yönünde izin dahi verilmemişken, muhtemelen tesadüf(!) eseri bu mahkemeye tevzi edilmesi, bu durum karşısında mahkeme heyetinin de ısrar ve defaatle çekilmeyerek bu davalara bakması, hukukun çiğnenmesi değil midir?
Ahmet Kurtuluş’a kurşun sıkan örgüt, aslında yalnızca Ahmet Kurtuluş’a fiziksel bir saldırı gerçekleştirmedi. Bu örgüte karşı tavır alan herkeseydi sıkılan kurşun. Ancak, yargı ve adli kolluk, bu kurşunu sıktıran gerçek eli maalesef ki araştırmamaktadır. Evet, Ahmet Kurtuluş cinayeti, 30 Mayıs 2019’da işlenmiştir; ama vicdanlarımıza yönelik cinayet eylemi halen devam etmektedir. Katiller ve katillerin azmettiricisi olan örgütün üstüne gidilmemekte, gidenlerin önü kesilmekte, bu vakalar hiç olmamış gibi yapılmakta, Ahmet Kurtuluş katledilmemiş gibi, Ahmet Kurtuluş’un ifadesinde belirttiği kişi ve kurumlar, hiç suç işlememiş gibi davranılmaktadır.
Vicdanlarımız kanamaktadır; çünkü bu örgüt, halen İzmir Adliyesi’nin içindeki delil ve dosyalara, Emniyet binalarının içindeki delil ve dosyalara müdahale edebilmektedir. Ahmet Kurtuluş’un ve katilinin telefonları, adli emanette veya emniyet incelemesinde silinerek, eklemeler yapılarak suçun delilleri yok edilmekte, soruşturma farklı ve yanlış mecralara taşınarak suçu işleyen örgütün ömrüne ömür katılmak istenmektedir. O kirli ellerin sahibini şu an için göremiyoruz; ancak ipinin ucundan yakaladık ve adaletin önüne çıkarmak için sizlere bu ipin ucunu teslim ediyoruz. Bu örgütün ortaya çıkarılmasında en başta sizlere, kamuoyuna ve adli makamlara sonuna kadar güveniyoruz.
Bu örgütü deşifre ediniz; bu örgütü teşhir ediniz; bu örgütü yargı önüne çıkartınız.
Bu talep, yalnızca biz Ahmet Kurtuluş’un avukatlarının talebi değildir.
Bu talep, gözlerinin önünde babası katledilen küçük Ceyhun’un talebidir.
Bu talep, babaları, eşleri, kardeşleri, dayıları, amcaları, akrabaları ellerinden alınan Kurtuluş ailesinin talebidir. Bu talep arkadaşlarının, dostlarının, sevenlerinin talebidir.
Bu talep, adalet için adliyelere güvenen milyonlarca insanın talebidir.
Bu örgütün yargı önüne çıkarılması için elimizden geleni yapıyoruz ve yapmaya da hazırız. Sizden desteklerinizi, yardımlarını bekliyoruz.
En içten saygılarımızla.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, Adalet Bakanı Gül’e ve Başsavcı Güre’ye yazılan mektup böyle bitiyordu.
Ne demişti Hasan Hüseyin:
“Kör olasın demiyorum, kör olma da gör beni!”