Yapılan yazılı açıklamada şu ifadelere yer verildi;
“Bugün 23 Nisan, hep neşe doluyor insan” diyebilmeyi, “bayram gibi bir bayram” kutlayabilmeyi, çocukların şen sesleri ve cıvıltılarının okul bahçelerini, sınıfları doldurabilmesini ne çok isterdik…
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün çocuklara armağan ettiği, dünyada da çocuklara armağan edilen tek bayram olan "23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı" bu yıl da pandeminin “maskesi” altında kaldı…
BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin dört temel ilkesinden biri olan ve madde 3’te “Çocuğu etkileyen tüm eylem ve kararlarda çocuk için en iyi olan, temel düşünce olmalıdır” şeklinde tanımlanan çocuğun üstün yararı ilkesi, Covid-19 sürecinde de karar alıcılara yol gösterici olmadı ne yazık ki…
Kriz, afet, salgın gibi olaylardan en çok ve en uzun süreli etkilenenlerin yine çocuklar olduğu; pandeminin başladığı 11 Mart 2020’den bu yana geçen 13 aylık sürede çocuk alanında ve sahada çalışan birçok bilim insanının, sivil toplum kuruluşlarının, sendikaların, derneklerin, merkezlerin, platformların hazırladıkları raporlara ve yaptıkları çalışmalara bakıldığında net olarak görülmektedir. Verilerinin her biri tartışma konusu haline gelmiş olan TÜİK bile 20 Nisan 2021' de yayınladığı “İstatistiklerle Çocuk” bülteninde, toplam nüfusun 22 milyon 750 bin 657’sini çocukların oluşturduğu ülkemizde, çocuk işçilik oranının yüzde 16.2 gibi trajik bir boyutta devam ettiğini ortaya koydu. Bunun yanında, Türkiye’de geçici koruma statüsü altında yaşamlarını sürdürmeye çalışan 1 milyon 737 bin 502 (0-18 yaş arası) Suriyeli çocuğun büyük kısmının da çalıştırıldığı bilinmektedir. Türkiye, Kosta Rika ve Güney Afrika’dan sonra %25 ile çocuk yoksulluk oranın en yüksek olduğu OECD ülkelerinden biridir. Pandemi nedeniyle gelir kaybı yaşanan ailelerin çocuklarının çalışma alanına daha çok yönlendirilecekleri düşünüldüğünde, “çocuk işçiliği”nin geleceği boyut daha da trajik olacaktır kuşkusuz.
''EĞİTİME PANDEMİ SÜRECİNDE DEĞERSİZLİK ATFEDİLDİ''
Ülkenin geleceğini şekillendirmenin en önemli yollarından biri olan “eğitim” e pandemi sürecinde açıkça “değersizlik” atfedilmiştir. Bir çocuğu yaşama hazırlamanın vazgeçilemez değeri olan ve öncelikli olması gereken eğitim, ne yazık ki ilk feda edilenlerin başında gelmiştir. Okulların değeri ne acıdır ki AVM’ler düzeyine çekilmiştir. Kuzey yarıkürede bulunan OECD ülkeleri arasında pandemi nedeniyle ilk ve orta düzeydeki okulları en uzun süre kapalı tutan ülke Türkiye olmuştur. İlk ve ortaokul düzeyinde eğitim alan çocukların, yaş itibariyle salgının bulaş hızının düşürülmesinde anlamlı bir katkısı olmadığı ve bulaştırıcılıklarının yetişkinlere göre çok düşük oranlarda olduğu, geçen 13 aylık sürede bilim insanlarının yaptıkları araştırmalarla ortaya konmuştur. Ayrıca Dünya Sağlık Örgütü daha hızlı bulaşan varyantların varlığında dahi okulların toplumdaki bulaşmaya belirgin etkisi olduğuna dair hiçbir kanıt olmadığını açıklamıştır.
Bu anlamda da başta öğretmenlerin aşılanması olmak üzere her türlü önlem alınarak okulların açılması gerekirken; EBA ve çevrim içi eğitim kanallarına erişmede yaşanan zorluklar ve bazı bölgelerdeki olanaksızlıklar, zaten var olan eşitsizlikleri iyice derinleştirmiş ve uzaktan eğitime erişim oranı %15-20 seviyesinde kalmışken, Milli Eğitim Bakanı'nın online eğitime salgın sonrasında da devam edilebileceği açıklaması, derin bir kaygı yaratmaktadır. Oysa okul, çocuklar için eğitim ve öğretimden önce bir gelişim merkezidir. Sosyallik, yüz yüzelik, fırsat eşitliği, aktif katılım, araç-gereç kullanımı içermeyen pasif bir eğitim süreci kaçınılmaz olarak sınıfsal eşitsizlikleri derinleştirecektir. Ayrıca fiziksel aktivitenin azalması, vücut ağırlığının artması, davranışsal bağımlılık, güneş ışığına yetersiz maruz kalma ve sosyal izolasyon gibi risk faktörlerinin yol açacağı sağlık sorunları da zamanla halk sağlığı sorununa dönüşecektir. 4+4+4 sistemiyle eğitimden koparılarak evlere çekilen ve/veya çalışmaya yönlendirilen çocukların sayıları hızla artacak ve her alanda çocukların maruz kaldığı ihmal ve istismar telafi edilemeyecek boyutlara erişebilecektir.
Bu dönemde, Covid-19 yayılımında bir odak olmamasına karşın okulların çok uzun süre kapanması ve sokağa çıkma kısıtlamalarının da etkisiyle çocuklar; duygusal, sosyal, gelişimsel, fiziksel, davranışsal gereksinmelerini bağımsız olarak karşılayabilecekleri kaynaklar ve olanaklardan mahrum bırakılmışlardır. Dünya Sağlık Örgütü'nün “küresel bir halk sağlığı sorunu” olarak belirlediği fiziksel, duygusal, cinsel ve ekonomik “şiddet”, hane içlerinde artış göstermiş ve en başta çocuklar olmak üzere şiddet failleriyle evde kalmak zorunda olan mağdurlar, başvuru ve koruma mekanizmalarına çoğunlukla ulaşamamışlardır. Okullarda şiddeti izleme ve takipte önemli rolleri olan psikolojik danışmanlık birimleri ve rehber öğretmenler, sanal ortam üzerinden bu izlemelerini sağlıklı olarak gerçekleştirememişlerdir. Kadın Hakları ve Çocuk Hakları Merkezlerimize başvurularda da ciddi düşüşler meydana gelmiştir.
''ÇOCUKLAR HAKLARINI BÜYÜK ÖLÇÜDE KULLANAMADI''
Sonuç olarak çocuklar, BM Çocuk Hakları Sözleşmesi'nde yer alan haklardan; çocuğun üstün yararı başta olmak üzere, yaşama ve gelişme hakkı, bilgi edinme ve medyaya erişim hakkı, sağlık hakkı, yeterli yaşam koşulları için desteklenme hakkı, eğitim hakkı, dinlenme, boş zamanlarını değerlendirme, oyun oynama, kültürel ve sanatsal etkinliklere katılma haklarını büyük ölçüde kullanamamışlardır.
Devlet, BM Çocuk Hakları Sözleşmesi ’nde söz verdiği için çocukların bu haklarını kullanamamalarından sorumludur. Çocukların bu hakları kullanmaları hiçbir bahaneyle esnetilemez ve ötelenemez.
Milli Eğitim Bakanlığı bu yıl 23 Nisan haftasının temasını “çocukların iyi olma hali ve mutluluğu” olarak belirlediğini duyurmuştur.
Biz EBA’ya girebilmek için çatıya çıkan ve düşerek yaşamını yitiren 8 yaşındaki Çınar Mert’i, Urfa’da işçileri taşıyan minibüsün devrilmesi sonucu yaşamını yitiren 15 yaşındaki “tarım işçisi” Ayşe’yi, Nusaybin’de bir sitenin bahçesinde oyun oynadıkları için havaya ateş açılarak kovalanan çocukları, Şırnak’ta uzman çavuşun cinsel saldırısına uğrayan 13 yaşındaki çocuğu, hapishanelerdeki çocukları, çocuk yaşta zorla evlendirilen çocukları, 30 Ekim’de İzmir depreminde kaybettiğimiz çocukları ve enkazdan kurtarılan çocukların fotoğrafları üzerinden yapılan istismarları da unutmadık. İyi olma ve mutlu olma hali elbette ki çocukların en doğal, en vazgeçilmez hakkıdır ancak ülkemiz gerçeğinde, yaşadıkları değil; uzaklarında olan bir “tema” olmaktan öteye gidememektedir…
İstanbul’da yapılan bir saha çalışmasında çocuklara salgın döneminde kendilerini nasıl hissettikleri sorulduğunda çocuklar soruya ;
"Kozasının içinden çıkamayan bir tırtıl gibiyim. Kelebeğe dönüşemedim.”
“Koalaya benziyorum. Çünkü çok hareket edemiyorum. Koala nasıl bir ağaca tutunuyorsa, ben de ağaca tutunur gibi evime tutundum.”
“Kendimi kabuğuna çekilmiş, dışarı çıkmaya korkan bir kaplumbağaya benzetiyorum.”
“Kendimi kırık kalp, üzgün surat emojisine benzetiyorum.”
gibi cevaplar vermişlerdir. Bunların, iyi ve mutlu olma halinden oldukça uzak cevaplar olduğu açıktır.
İsterdik ki 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı için yaptığımız bu açıklamamız çocukların yaşadıkları hak ihlallerine ilişkin olmasın, yüreklerimizi şenlendirsin, baharın güzelliğince esintiler, kokular, cıvıltılar getirsin…
Ancak ahdımız olsun ki neşe dolacağımız, bayram gibi bayram yaşayacağımız, evlerimizin, okullarımızın, sınıflarımızın, sokaklarımızın o güzel seslerinizle, bahar gülüşlerinizle şenleneceği 23 Nisan’lar gelecek çocuklar.
Biz inanıyoruz ve vazgeçmiyoruz…''