Türkiye’de uzun yıllar sonra ilk kez oldu. Solcusu, sağcısı, devrimcisi, muhafazakârı aynı anda cemaatlerin devlet içindeki konumunu tartışmaya başladı. Hani “Sorunun kendisi ancak onu çözüme bağlayacak olan maddi koşulların mevcut olduğu yerde ortaya çıkar” diyor ya Marx. Sorun, belki de artık çözümüyle beraber görünüyor.
Cumartesi gecesi İçişleri Bakanı bir anda ortaya çıktı. “Doğru değildir, yalandır” diyerek cemaat meselesine giriş yaptı. “Fırsat verilmeyecektir” sözleriyle de konuşanlara sopa gösterdi.
Tepkilere baktım…
Kimi geçen yıl ortaya çıkan meşhur Diyanet Raporu’nu kimi Erdoğan’ın 2017 yılında Polis Akademisi’nde yaptığı cemaat uyarısını hatırlatıyordu. Üstelik Polis Akademisi yine 2017’de bir rapor hazırlamış, “FETÖ’den boşalan yerlere göz diken ve devlet içerisinde örgütlenme gayretinde olan başka gruplar”a işaret etmişti. Onlara göre Soylu’nun çıkışı sadece muhaliflere yönelik değil, devlet içine de bir müdahaleydi. Bazıları ise Soylu’nun geçmişte FETÖ’nün kanalında Gülen’e övgü videolarını paylaşarak tarihin tekerrür ettiğini iddia ediyordu.
Oysa mesele bu kadar basit değil. Ya da bundan ibaret değil. Süleyman Soylu’nun çocukluğundan bugüne anlattığı hikâyesine baktığımızda, sözleri ve durduğu yer daha iyi anlaşılabilir.
‘Çocukluğumuzun Fırıncı Ağabeyi’
Geçen hafta bu köşede yarı resmi devlet töreniyle Eyüp Sultan Haziresi’ne gömülen Nurcu Mehmet Fırıncı’nın hikâyesini yazmıştım. Cenaze namazını Diyanet İşleri Başkanı kıldırırken, en önde İçişleri Bakanı vardı.
Pek takip etmedik. Cenazenin ardından Fırıncı için Rüstempaşa Medresesi’nde bir taziye programı düzenlendi. Konuşmacı Soylu idi. Belli ki sarsılmıştı. Gözyaşları içindeydi. “Çocukluğumuzda da Fırıncı Ağabeyimizdi, bu yaşımıza geldik yine Fırıncı Ağabeyimiz” diye başladı konuşmasına.
Son olarak “Arif Abi” dediği ismin kızının nikâhında karşılaştıklarını, birlikte şahitlik yaptıklarını anlatıyordu. Kendisine konuşma hakkı verildiğinde önceliği Saidi Nursi’nin talebesi Fırıncı’ya verdiğini söylüyordu. “İsmini duyduğumuzda dahi rahatladığımız abimizdi” sözleriyle Mehmet Fırıncı’ya bağlılığını vurguluyordu.
Nurcu tedrisattan geçti
Kendisinin de ifade ettiği gibi Soylu, Nurcu ağabeylerin tedrisatından geçerek bu günlere gelmişti. Nurcuların yıllarca vazgeçmediği, hatta Yeni Asya kolunun halen desteklemeye devam ettiği Demokrat Parti’de genel başkanlığa yükselmişti.
Nurculuk onun düşünce hayatında belirleyiciydi. Sadece Fırıncı değil, Saidi Nursi’nin bir başka öğrencisi Mustafa Sungur’un cenazesini kaldırırken de “Çocukluğumuzdan beri takip ettiğimiz edep timsali bir şahsiyetti” demiş, “Türkiye bir ağabeyini kaybetti” sözleriyle kendisindeki yerini açığa vurmuştu. Soylu’yu zaman zaman Norşin medreselerinde diz çökerken görmemiz tesadüf değil. Cemaatlere sahip çıkan açıklamasından sonra Said Yüce gibi Nurcu liderlerin ona ilk teşekkür edenler olması da.
Yıldız önündeki cinayet
Dün, Soylu ile Fırıncı’nın son kez buluştuğu ağustostaki o nikâhın görüntülerini izledim. Soylu’nun “Arif Abi” dediği Arif Önemli’ydi.
Bir İçişleri Bakanı ile bir cemaat liderini Sapanca’da nikâhta buluşturan Arif Önemli’yi haliyle merak ettim. Arşivi tararken karşıma ilk olarak bir cinayet haberi çıktı. Tesadüf bu ya, 20 Aralık 1969 tarihinde Milliyet gazetesinin manşetindeki haber, dönemin İçişleri Bakanı Haldun Menteşoğlu’nun açıklamasıydı.
Yıldız Üniversitesi’nde devrimci öğrenci Battal Mehetoğlu’nun öldürülmesinin ardından polis bir operasyon başlatmış, cinayetin faili olarak bir grup yakalanmıştı. 14 Aralık 1969’da Yıldız Camii’nden çıkan örgütlü bir grup, okula doğru yürümüş karşılarına çıkan Mehetoğlu’nu silahla vurarak öldürmüştü. Dev-Genç Marşı’ndaki “Vedat, Taylan, Mehmet, Battal devrim için öldüler” dizelerindeki makine mühendisliği öğrencisi Battal oydu. 22 yaşındaki kısa hayatını bitiren sağcı terör eylemi, Türkiye tarihinin kritik halkalarından biriydi.
Deniz Gezmiş’in başında gözyaşı döktüğü fotoğrafı hatırladınız mı? Gezmiş, yerde yatan Mehetoğlu’nun cesedinin boynundaki kolyeyi açmış, içinde sevdiği kızın resmini görmüştü. Orada gözyaşlarını tutamamıştı.
Cinayet işleyen Nurcular
Bu, o yılki 8. öğrenci ölümüydü. Cinayetlerin devlet içinde örgütlü bazı kamu görevlileri tarafından desteklendiğini düşünen öfkeli öğrenciler valiliğe yürüyüş başlattı. “Bakan istifa” sloganlarıyla büyüyen eylemden birkaç gün sonra İçişleri Bakanı, İstanbul Valisi ve Emniyet Müdürü’nü yanına alarak basının önüne çıktı. “Siyasi cinayetlerin failleri yakalanmıyor şeklindeki iddiayı kesinlikle reddederiz” demişti. Milliyet gazetesindeki sözünü ettiğim haber, Yıldız Üniversitesi önündeki saldırganların yakalandığını anlatıyordu. Basına dağıtılan fotoğraflar arasında tahmin ettiğiniz gibi Arif Önemli’nin bıyıklı pozu da vardı.
Fakat…
Daha da önemli bir ayrıntı var. Peki, Yıldız Üniversitesi önüne gelen o grup kimdi? Milliyet muhabirine konuşan yetkili “Bunlar henüz tespit edemediğimiz bir yeni örgütün adamları” derken, bir başkası eldeki bulguyu şöyle anlatıyordu: “Bir yetkili sanıkların çoğunun Nurcu ve siyasi teşekkül ile cemiyetlere bağlı olduğunu öne sürmüştür.”
Arif Önemli’nin hikâyesi uzun. 1970’lerde Gülen’in de yuvalandığı Komünizmle Mücadele Derneği’nde başkanlık da yapan Önemli, gittiği her yere çatışmaları götürdü. Yılmaz Güney’in de hapishane arkadaşı olan Ahmet Atılmış, o günleri şöyle anlatacaktı: “Komünizmle Mücadele Derneği Başkanı Arif Önemli hapishaneye (Paşakapısı) geldikten sonra muhafazakâr sağcı mahkûmları toplayarak solcu mahkûmlara baskı yapmaya, terör estirmeye başladı.” Arif Önemli’ye karşı olan kimi Nurcular ise Önemli’yi Nurculuk içindeki kavgalardan, tasfiyelerden ve Nurculuğun Gülen’i de içine alan Soğuk Savaş ideolojisi haline gelmesinden hatırlıyor.
51 yıl arayla iki farklı bakan
Bir 51 yıl önce devrimci öğrencilerin “devlet içindeki devlet” suçlaması karşısında valisini, emniyet müdürünü alıp basının önüne çıkan, Arif Önemli’nin görüntüsünü basına veren dönemin İçişleri Bakanı’nın fotoğrafına baktım. Bir de 51 yıl sonra Arif Önemli ve Mehmet Fırıncı ile çektirdiği fotoğrafın ardından “devlet içinde cemaat yok” açıklaması yapan şimdiki İçişleri Bakanı’nın açıklamasına. Dudaklarımdan Ece Ayhan’ın Türk bayrağına sarılı tabut içinde annesine kavuşan Battal Mehetoğlu’nu hatırlayarak yazdığı “Meçhul Öğrenci Anıtı”ndaki o dizeler döküldü:
“O günden böyle asker kaputu giyip gizli bir geyik
Yavrusunu emziren gece çamaşırcısı anası yazdırmıştır:
Ah ki oğlumun emeğini eline verdiler.”