GÜNCEL POLİTİKA YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ SPOR MAGAZİN RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Politika
12 Eylül 2019 Perşembe 12:19

Canan Kaftancıoğlu: Üzgünüm, uçan tekme atamıyorum!

CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, “Toplumun kahramanlar yaratmak zorunda bırakılmasına üzülüyorum. Kahraman yarattıkça normalden uzaklaşıyoruz. Üzgünüm ama uçamıyorum, uçan tekme atamıyorum. Aslında olağan koşullarda, olması gerekeni yapıyorum” dedi.

Altı yıl önce attığı tweetlerden dolayı hakkında 9 yıl 8 ay hapis cezası verilen ve siyasi yasaklı olma riskiyle karşı karşıya kalan CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, Gazete Duvar'dan İrfan Aktan'ın sorularını yanıtladı. Kaftancıoğlu, birçok konuda dikkat çekici açıklamalar yaptı. İşte o röportaj:

Tweetleriniz ne zaman ve nasıl gündeme geldi? Altı yıl önceki yazılar hakkında soruşturma ne zaman başlatıldı?

13 Ocak 2018 tarihinde il başkanı seçildim. 15 Ocak’ta benim bu tweetlerimle ilgili birden bire soruşturma başlatıldı. Ama il başkanı adayı olacağımı açıkladığım hafta, yani 13 Ocak’tan bir hafta önce, bana ait olan veya olmayan tweetlerle ilgili bir karalama kampanyası zaten başlatılmıştı.

Kimler başlattı bu kampanyayı?

Hem parti içinde bana muhalif olanlar hem de parti dışındaki bazı çevreler başlattı. Bu karalama kampanyasına rağmen 13 Ocak 2018 tarihinde seçildim ve iki gün sonra da soruşturma açıldı. Fakat tesadüfe bakın ki aynı gün Cumhurbaşkanı da avukatı aracılığıyla benden şikâyetçi oluyor ve bu da hızlı bir biçimde dosyaya dâhil ediliyor. Fakat bu soruşturma dosyası, 24 Haziran 2018’deki seçimlere kadar herhangi bir ekleme yapılmadan rafta tutuluyor. Seçimlerden çok kısa süre önce, 22 Mayıs’ta soruşturma izni veriliyor ve ardından yine rafta bekletiliyor. İstanbul seçimleri iptal edildikten sonra, 22 Mayıs 2019’da iddianame oluşturuluyor. Biz o sırada 23 Haziran seçimlerine hazırlanıyorduk ve iddianameyi de basından duyduk. İddianame jet hızıyla, beş gün sonra kabul edildi ve 28 Haziran’a, yani İstanbul seçiminden bir hafta sonrasına ilk duruşma tarihi verildi. İlk duruşmadan bir gün önce, 27 Haziran’da Ekrem İmamoğlu mazbatayı almıştı. Yani ben mazbatadan sonra ilk duruşmaya gittim. Üçüncü ve son duruşma da 6 Eylül’deydi ve hapis kararı çıktı. Olayın özeti böyle.

‘ALIŞTIKLARI PROFİLDE OLMADIĞIM İÇİN HEDEF SEÇİLDİM’

Erdoğan’ın tweetlerinizden dolayı size yönelik tepkisi ne zaman başladı?

İl başkanı seçilmemden sonraki ilk grup toplantısında, yani 16 Ocak 2018 salı günü Erdoğan, Meclis’te yaptığı konuşmanın tamamını bana ayırmıştı. Benim olan ve olmayan tweetleri, slayt gösterisi eşliğinde yorumlamıştı. Bu konuşmasını da “bedelini ödeyeceksiniz” şeklinde bitirmişti.

Fakat Ocak 2018’de, bir yıl sonra yapılacak yerel seçimin kaderini belirleyeceğinize, İstanbul’u İmamoğlu’na kazandıracağınıza dair herhangi bir emare yoktu. Buna rağmen neden il başkanı olduğunuz günden itibaren iktidarın hedefi haline geldiniz?

Daha ilk günlerde il başkanlığında başarılı olup olmayacağım öngörülemese de, geçmişten beri bir siyasi mücadelenin içinde olduğum ve bu mücadeleyi de inandığım gerçeklere göre yürüttüğüm biliniyordu. Ayrıca il başkanı seçildiğim gün yaptığım konuşmada İstanbul’u saraydan alıp halka vereceğimizi, “mış gibi” iş yapmayacağımızı, önce örgüt olacağımızı, yani iç disiplinimizi netleştirip programımızı, hedeflerimizi belirleyeceğimizi, sonra da halkla beraber yol alacağımızı söylemiştim. Seçildikten sonraki konuşmamda da “şimdi kol kola bu salondan AKP faşizmini yıkmak için çıkacağız” demiştim. Deneyimli siyasetçiler bu tür sözleri söyleyen kişinin kendi sözüne ne kadar inandığını ve bunu gerçekleştirmekte ne kadar kararlı olduğunu kestirirler. O bakımdan CHP içinden da dışından da bakıldığında, iktidarın alışageldiği bir siyasetçi profiline uymadığım ilk günden itibaren anlaşılmıştı. Hem bunların hem de bir kadın siyasetçi olmamın, bana yönelik saldırılarda belirleyici olduğunu düşünüyorum.

‘KARİYER HEDEFİM OLMADIĞI İÇİN YANLIŞLARLA UZLAŞMAM GEREKMİYOR’

İl başkanı seçildiğiniz kongrenin öncesinde sizi hedef gösteren parti içindeki muhaliflerin tepkisine kaynaklık eden neydi?

Siyaset bir uzlaşı sanatıdır ama bu uzlaşı belli başarılara ulaşmak için, belli ilkelerde olabilir. Ben bir şey olmak, birilerinin pozisyonunu korumak, bütünsel bir siyaset yerine parti içindeki birtakım yapılarla uzlaşmak gibi bir yaklaşım içinde olmadım. Benden duyulan en büyük rahatsızlık buydu. Benden rahatsızlık duyan arkadaşlara da hak veriyorum. Çünkü kişisel kariyer hedeflerim olmadığı için yanlışlarla uzlaşmam, klasik siyaset davranışları sergilemem gerekmiyor.

Kariyer hedefiniz yok mu gerçekten? Mesela ileride cumhurbaşkanı olmayı düşünmüyor musunuz?

Düşünmüyorum; hayatımda hiçbir zaman kişisel kariyer planı yapmadım. Eğer öyle olsaydı, yargıya konu edilen tweetlerimi daha usturuplu, ileriyi düşünerek yazardım. Hiçbir zaman kişisel olarak bir şey olmak için mücadele etmedim. Ama kolektif olarak, hep beraber bir şeyi başarmanın mücadelesinden de geri durmadım.

Parti içinde de sizden rahatsızlık duyanlar var mı hâlâ?

İktidarın benden çok rahatsız olduğunu biliyorum. Partimiz içinde ise benden birilerinin rahatsızlığı varsa bunu ifade etmeleri gerekir. Fakat özellikle 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinden sonra, geçmişte bana muhalif olan veya kongrede benim karşımdaki adayı destekleyen birçok arkadaşımızın hak teslimi yaptığını, şu aralar yaşadığım -ki ben buna mağduriyet demiyorum-, saray vesayetinin sonuçları karşısında benimle dayanışma gösterdiğini söylemeliyim.

‘BENİM TWEETLERİME ‘UTANILACAK TWEETLER’ DİYEN KİŞİ UTANMALIDIR’

Tweetlerinize bakıldığında Bülent Arınç’ın da dediği ve Yargıtay’ın da birçok kararında belirttiği gibi aslında tümü de ağır eleştiri mahiyetinde. Örgüt propagandası veya devleti aşağılamak, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek gibi unsurlar yok. Sizce mahkeme heyeti nasıl bu yorumu yapabildi?

Valla benim gördüğüm kadarıyla mahkeme heyeti yorum falan yapmadı. Onlar adına da üzülerek söylüyorum ki, mahkeme heyeti sarayın beklentilerini yerine getirmek zorunda hissetti. İlla saraydan bir direktif aldıklarını da söylemiyorum ama “eğer beklentileri karşılamazsam sistem beni dışlar” korkusunun, baskısının bu kararda belirleyici olduğunu düşünüyorum. Çünkü yazdıklarım, söylediklerim, yaptıklarım üzerinden suçlanabilmem, cezalandırılabilmem teknik ve teorik olarak mümkün değil. Bahse ve cezaya konu edilen, biri bana ait olmayan toplam 36 tweete insanlar fikren katılmayabilir. Ama insanlar fikirlerini söyleyebilirler ve herkes bu hakka sahiptir. Düşünce ve ifade hürriyetini kullandığı için şimdiye kadar sayısız insana verilen cezaların üstüne bir tane daha eklenmiştir ama bana verilen ceza sadece bana verilmiş değil. Ne mutlu bana ki kamuoyu, farklı düşünceye katılmamakla, onu eleştirmekle ona ceza vermek arasındaki farkı çok iyi görüyor. Fakat yargı, düşünceye veya kişiye göre suç bulmakta oldukça mahir.

Bugün olsa aynı tweetleri aynı üslupla yazar mıydınız?

Doğrusu üslubumda çok büyük değişiklik yok ama artık İstanbul il başkanı olduğum için, aynı fikirleri, aynı şekilde yazar ama belli kelimeleri kullanmazdım. Bir gazetede köşe kapmış biri, “Canan Kaftancıoğlu’nun yaptığı paylaşımlar eleştirilecek, kınanacak, utandırılacak tweetler” diye yazmış. Bunu yazanın kendisi utanç duymalıdır. Hayatımda utanç duyacağım hiçbir şey yazmadım, bundan sonra da yazmam. Kaldı ki o tweetler, atıldığı günün koşullarında, bağlamında bakıldığında utanılacak iş yapanları teşhir eder mahiyettedir. Ayrıca tweetlerimde hakaret veya aşağılama olarak itham edilen hususların tamamı, bugünün muktedirinin kullandığı dile ayna tutma amacı taşıyordu.

‘BÜLENT ARINÇ HUKUKSAL BİR TESPİT YAPMIŞ, KUTLUYORUM’

Nasıl yani?

Somut bir örnek vereyim: Yıllar önce cumhurbaşkanı çıkıp kindar ve dindar nesilden söz etmişti. Ben de bir tweetimde buna ironiyle gönderme yaparak “ben de dindar ve kindar bir nesil yetiştiriyorum” demişim. Bu elbette bir ironik bir göndermeden ibaret. Çünkü benim, benim dünya görüşümdeki insanların dindar ve kindar bir nesil yetiştirme gayesi taşımayacağı şüphe götürmez. Ama devleti yöneten, iktidarın temsilcisi olan kişinin bu sözü sarf etmesine yönelik bir eleştiri yapıyorum. Bakın, ceza yargılamasında savcı, sanığın haklarını korumakla mesuldur. Bir tweetimde “hırsız” diye yazmışım. Hiç hırsızlık yapmamış birine durup dururken hırsız demek hakaret olabilir. Fakat savcı, benim bu kelimemin hakikate tekabül edip etmediğini soruşturmakla, hırsızlık yapılıp yapılmadığını ortaya çıkarmakla sorumludur. Söz konusu tweetimde, “kabinede hırsız bakanların 7. günü. İstifa yok mu istifa” demişim. Peki bu bakanlara görevden el çektirilmedi mi? Kaldı ki, ağır eleştiri sınırları içindeki bu sözüm yanlışsa, iddia makamının bunu kanıtlaması gerekir. Fakat bunu yapmak yerine bana, “sen nasıl hırsıza hırsız dersin” cezalandırması yapıldı. Uzun lafın kısası, yargılanması gerekenlerin iktidarda olduğu, gerçeği söyleyenlerin de yargılanıp cezalandırıldığı bir süreç söz konusu.

Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu Üyesi Bülent Arınç, hakkınızda verilen mahkeme kararı üzerine şunları söyledi: “Kaftancıoğlu’nu sevmiyor olabiliriz. Attığı mesajların hiçbirisine katılmıyorum. Ama ifade özgürlüğüne saygı duymalıyız, tahammül etmek zorundayız. Bunlardan dolayı ceza verilecek olsa, bu mesajlar toplumu infiale sürükleyecek olsa, 2013’te bir soruşturma açardı savcılarımız. Ama üzerinden 6 yıl geçtikten sonra dava açılıp hemen 2-3 celsede karar veriliyorsa buna nasıl bakmak lazım?” Sizce Arınç bu sözleri Erdoğan’ın bilgisi dahilinde mi sarf etti?

Öyle olup olmadığını benim bilmem mümkün değil. Fakat mahkemeden bana ceza çıktıktan sonra, şimdi ismini hatırlamadığım hükümete yakın bir gazetecinin de benim tweetlerimden birinin aynısını yazdığı ortaya çıkmış ve sosyal medyada “o zaman o da yargılansın” diye kampanya başlatılmış. Kendi davamla ilgili bir şey yazmak istemedim ama fikrimi buradan ifade edeyim: O kişi de attığı tweetler yüzünden yargılanmasın! Bülent Arınç, genel hukuk kurallarına, hukuk devleti normlarına bakıldığında, gayet hukuksal bir tespit yapmış. Dolayısıyla Arınç’ınkini şahsıma yapılmış bir destek, jest olarak görmüyorum. Hukuk kuralları neyi gerektiriyorsa onu söylemiş. Kendisini de bundan dolayı kutluyorum. Umarım her zaman hukuka, hakka sahip çıkılır ve bu memlekette yeniden hukukun üstünlüğü tesis edilir.

‘SİYASİ YASAKLI HALE GELEBİLİRİM’

Her ne kadar bir kariyer hedefinizin olmadığını söyleseniz de, hakkınızda verilen cezanın siyasi kariyerinizi de hedef aldığı yorumları yapılıyor. Siz de aynı fikirde misiniz?

Evet, ben de öyle düşünüyorum. Özellikle davanın açılma süreci, gündeme gelme dönemi, seçimden sonra bu şekilde nihayetlenmesi, siyasi olarak baş edemedikleri bir kişinin hukuki yollarla engellenmek istendiğini gösteriyor. Bunun böyle olduğunu düşünmek istemezdim ama vaziyet ister istemez bunu düşündürtüyor. Çünkü bu cezalar istinaf mahkemesinde bozulmazsa, ki bozulmayabilir, bırakın tutuklanmayı, siyasi yasaklı hale geleceğim.

İktidar, geleceği açısından sizi büyük bir risk olarak mı görüyor?

İktidarın böyle görüp görmediğini bilmiyorum. Ama siyaset yapış şeklimle, ideolojik konumlanmamla, bugüne kadar yaptıklarımla beraber, hayallerimin gerçekleşmesi halinde, CHP iktidarında Türkiye’nin birçok sorununun çözülebileceğine inanıyorum. İktidar beni değil, bu hayali, bu düşünceyi risk olarak görüyor olabilir.

Bir kadının CHP’de siyaset yapması, sağ partilerde siyaset yapmasından daha mı kolay?

Kesinlikle daha kolay. Fakat Türkiye’de iş dünyasında, sokakta, evde kadın olmak kolay değil. Yani bırakın kadın siyasetçi olmayı, kadın olmanın kendisi kolay değil. Erkeklerin, eril zihniyetin egemen olduğu topraklarda ve toplumda yaşıyoruz. Erkek egemenliğinin kendi iktidarını sürdürmesinin yolu da kadını sadece şeklen değil, fikren de kapatmaktan geçiyor. O yüzden kadın olarak siyasette de bir şeyler yapmanız kolay olmuyor. Ancak kadının fikirsel olarak özgürleşmesi, siyasete katılımı, eşit temsiliyeti yaygınlaştıkça, kadınlar yaşamın her alanında daha fazla yer aldıkça erkek egemen bakışın da çöküşü başlayacak. Siyasette bir kadın olarak var olmayı, erkeklerden bir şeyler talep ederek, ya da bir şey olmak için erkeklerden görevlendirme bekleyerek sağlamıyorum. Ama kendi mücadelemi, her alanda olduğu gibi cinsiyet konusunda da eşit olmayı arzulayan kadın-erkek herkesle, erkek egemen zihniyete karşı mücadele olarak da görüyorum. Elbette bunun çok zorluğu var ama yüzyıllara yayılan kadın mücadelesini doğru bir zeminde, doğru bir örgütlenme biçimiyle geliştirirsek, siyasette veya diğer alanlarda kadın olmak şimdiki kadar zor olmaz. Bizler belki bu mücadelenin ufacık adımlarını atıyoruz ama tıpkı bizden öncekilerin mücadelesinin sağladığı katkılar gibi, biz de sonraki kuşaklar açısından hayatı kolaylaştıracağız. Kadınların kurtuluşu sadece kadınları değil, memleketimizi ve dünyayı da özgürleştirecek.

‘İSTANBUL HALKI NASIL BİR ADAY İSTEDİĞİNİ BİZE ÇOK NET TARİF ETMİŞTİ’

Bir ara soru olarak kabul edin: CHP Genel Merkezine Ekrem İmamoğlu ismini ilk siz mi önerdiniz?

Ekrem İmamoğlu ismini ilk o önerdi, ben önerdim gibi bir yerde değilim. Ekrem Bey gerçekten hem CHP için hem de İstanbul için en doğru adaydı. Bir kere kimi aday olarak önersem benim için daha doğru olur gibi bir bakışla yaklaşmadım. Aksine sahada araştırarak, vatandaşı, il örgütünü dinleyerek, ortak aklı bulabileceğimiz bir yöntemle belediye başkan adayımızı belirleyeceğimi baştan söylemiştim. Ayrıca genellikle il başkanları aday belirlerken kendileri için de haklı olarak talep açarlar ama ben bunu kesinlikle yapmayacağımı daha baştan ifade etmiştim. Doğru adayları belirleyebilmek için 31 Mart’tan aylar önce İstanbul halkına sordum, uzun uzun kamuoyu araştırmaları, profil analizi yaptırdım. Sonuçta İstanbul halkı nasıl bir aday istediğini bize çok güzel, çok net tarif etti. Genel Merkezimizin, Genel Başkanımızın yaptırdığı profil analizleriyle bizimkiler de örtüşüyordu. Dolayısıyla benzer zamanlarda, farklı kişiler aynı isimde ortaklaşmış olabilir. Ne mutlu ki, İstanbul halkının bize birebir tarif ettiği profil, başarılı bir ilçe belediye başkanı olarak bizde bulunuyordu: Ekrem İmamoğlu. Eğer hakikati kendi lehinize eğip bükmek yerine doğrudan hakikate ulaşmaya çalışırsanız, hakikat de size doğru gelir.

Şimdi esas soruya gelelim. Bir kadın siyasetçi olarak partinize Türkiye’nin en büyük şehrini kazandıran isimlerin başında bulunuyorsunuz. Fakat seçimlerden sonra Ekrem İmamoğlu ve ilçe belediye başkanlarının verdiği fotoğraf, tümüyle erkeklerden müteşekkildi ve bu da çok eleştirildi. İstanbul ilçelerinde neden hiç kadın belediye başkanınız yok?

Ne yazık ki bazen siyasette kadınların yer alamamasının faturası da yine kadınlara kesiliyor. Oysa birtakım mücadeleler, birtakım sorunları bir anda çözmüyor. Keşke elimde olsa da 39 ilçenin tümüne kadın belediye başkanı getirebilsem. Fakat ilçelerle ilgili adayları belirlerken, üzülerek söylüyorum, kimi ilçelerin kesinlikle kadın başkan istemediğini gördüm. Bu ne yazık ki benim dışımdaki bir gerçeklikti. Bununla beraber her bölgede bir kadın belediye başkanı hedefini önüme koymuştum. Bunu da örgütle paylaşmıştım. Ama emin olun egemen siyasetin içinde bunu hayata geçirmek hemen mümkün olmuyor. Bakın, biz CHP olarak bugün 96. kuruluş yıl dönümümüzü kutluyoruz ve ben partinin İstanbul’daki ilk kadın il başkanıyım. Bu benim için çok gurur verici ama 95 yıl boyunca İstanbul’da kadın il başkanımızın hiç olmaması da bir o kadar üzücü. Bakın, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin tarihi boyunca hiç kadın genel sekreter yardımcısı olmamış. Şu anda sekiz genel sekreter yardımcısının ikisi kadın. Bunu ideal bir durum olarak söylemiyorum ama toplumsal gerçekliği, siyasetin yapısını ve dilini değiştirdikçe ideale yaklaşacağımıza inanıyorum. Bu vesileyle de kadınlara çağrı yapayım: N’olur siyasette de diğer alanlarda da erkeklerin size yer açmasını beklemek yerine gelin hep beraber mücadele edelim.

‘KAYYIM ATAMALARINA YÖNELİK TEPKİYİ TOPLUMSALLAŞTIRMAYA ÇALIŞTIK’

CHP’nin Diyarbakır, Van ve Mardin belediyelerine kayyım atanmasına karşı tutumu, özellikle Kemal Kılıçdaroğlu’nun “sokağa çıkmayı doğru bulmuyoruz” açıklaması eleştiri konusu oldu. Sizce CHP yeterli tepki gösterdi mi?

Genel Başkanımızın açıklaması şu şekildeydi: “Bu tür olaylar yaşanınca sokağa çıkmak, protesto etmek gibi durumları doğru bulmuyoruz. Biz milletin ferasetine güveniyoruz. İstanbul’da da aynı şeyi YSK eliyle bize yaptılar. ‘Ya sokağa çıkın ya boykot edin’ dediler. İkisini de yapmadık. Halkın ferasetine güvendik ve gördük.” Öte yandan üç büyükşehire kayyımların atandığı günün sabahında olağanüstü bir MYK toplantımız oldu ve Parti Sözcümüz bu konuda açıklama yaptı. Bir kere Sayın Kılıçdaroğlu’nun kime yapılırsa yapılsın, hukuksuzluğu yapanın karşısında, hukuksuzluğa maruz kalanın da yanındayız şeklindeki açıklaması çok önemli. Üstelik bu sadece sözde kalmış bir tepki değildi. Pek çok yer ve zeminde bunun gerekleri yapıldı, tepkiler gösterildi. Genel Başkanımızın da partimizin de kayyıma karşı tutumunun çok net olduğunu ve bunun da görüldüğünü düşünüyorum. Bu haksızlığa, kayyım atamalarına tepkiyi toplumsallaştırma konusunda gayret sarf ettik.

Sizce iktidarın kayyım politikasındaki temel hedefi ne?

İktidarın amaçlarından biri rant olabilir ama tek amaç bu değil. Ekonomideki, dış politikadaki sıkışmışlığı aşamayan, bu alanlardaki yangınları, hatta ülke içindeki orman yangınlarını bile söndüremeyen iktidarın, tüm bunları gizlemek için kayyımları bir politik strateji olarak uyguladığını düşünüyorum. Öte yandan ilkeli, ahlaklı, hak ve halk için, demokrasi için siyaset yapanlar omuz omuza, yan yana geldiği zaman iktidarın nasıl geriletildiğini hep beraber gördük. Bu yan yana gelme hali muktediri rahatsız ediyor. Kayyım atanması sonrasında da, bir şekilde yan yana gelebilmiş insanları bölmeyi, parçalamayı ve bu şekilde yönetmeyi denediler.

‘CHP VE İYİ PARTİ İTTİFAKINI ZORA SOKMAK İSTİYORLAR’

Yani iktidar CHP ve HDP tabanlarını birbirinden uzaklaştırmayı mı hedefliyor?

Tabii ama sadece o da değil. CHP ve İYİ Parti ittifakını da zora sokmak, ayrıştırmak istiyorlar. Ama bu yaptıklarıyla sonuç almayacağına inanıyorum.

Meral Akşener’in sarayda Erdoğan’la, daha sonra Bilal Erdoğan’la tokalaşması fotoğraflara yansıdı. Siz İYİ Parti’nin AKP’ye yaklaşacağını düşünüyor musunuz?

Siyaset ne yazık ki kişilerin bir cümlesi, bir fotoğrafı üzerinden analiz ediliyor. Oysa bir fotoğraf karesi üzerinden yorum yapmayı, bir sonuca gitmeyi doğru bulmuyorum. Sayın Akşener’in sarayda verdiği fotoğrafı da bu çerçevede değerlendiriyorum.

AKP’den ihraç edilen Ayhan Sefer Üstün, yaptığımız söyleşide MHP’nin AKP’yi ikinci bir MHP’ye de muhtaç hale getirdiğini söylemişti. Bu “ikinci MHP”, İYİ Parti olamaz mı?

AKP’nin böyle bir niyeti var. Çünkü kendi içlerindeki kopuşların ileriki günlerde, beklenenin çok daha üstünde etkisi olacak. Böylece her zamanki gibi yine bir stepneye ihtiyaç duyacaklar. CHP’li siyasetçi olarak bir şey söylemem doğru olmaz ama bugünden baktığımda İYİ Parti’nin buna yanaşacağını düşünmüyorum.

‘AKP, TAHMİN ETTİĞİMDEN ÇOK DAHA FAZLA HATA YAPIYOR’

23 Haziran’dan önce, 12 Mayıs’ta yaptığımız söyleşide “AKP İstanbul’u tekrar kaybettiği an çil yavrusu gibi dağılır” demiştiniz…

Bence bu dağılma gerçekleşiyor. Yerel seçimlerden sonra da, sadece kendi bekalarını korumak üzere devam ettirdikleri, toplumun geneline dönük çok yanlış uygulamalarıyla her geçen gün bu dağılmanın daha da hızlandığını görüyorum. Bana verilen hapis cezasını da bu yanlış uygulamaların içine koyuyorum. Artık kendi kitlelerine bile anlatamayacakları işler yapıyorlar. AKP, tahmin ettiğimden çok daha fazla hata yapıyor. Ayrıca İstanbul’u alarak AKP’ye çıkarabileceğimiz en büyük zorluğu çıkardık. Bunu zaten Cumhurbaşkanı’nın kendi sözleriyle de özetleyebiliriz: “İstanbul’da teklersek, Türkiye’de tökezleriz.” Tökezliyorlar. Ayrıca İstanbul onların elindeyken hep bir yenilmezlik, kaybetmezlik hissi yaratıyorlardı. O yenilmezlik duyguları ortadan kalktı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni kazanan siyasi partiler, aynı zamanda Türkiye’deki iktidarlarının da ilk adımını atmışlardır. 23 Haziran’ın, CHP’nin iktidarının ilk adımı olduğunu düşünüyorum. Öte yandan üzülerek söylüyorum ki, İstanbul’un siyasi ve idari rantı kadar büyük bir ekonomik rantı da var. Geçen gün Yenikapı’da yapılan israfın sergisini gördünüz. İstanbul’un kaynaklarının yandaşlara şu veya bu şekilde nasıl aktarıldığı zamanla daha iyi anlaşılacak. AKP, buradaki ekonomik ranttan da oldu. Tüm bu unsurları yan yana koyduğumuzda, iktidarda çok ciddi bir güç kırılması yarattık.

‘BABACAN’INKİ GİBİ FARKLI ALTERNATİFLERİN ORTAYA ÇIKMASI ÖNEMLİ’

AKP’den Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu öncülüğünde iki ayrı kopuş yaşanıyor. Siz bu kopuşları nasıl okuyorsunuz?

Sadece yukarıdaki ayrışmalara değil, tabana da bakmak lazım. Ortaya çıkan verilere göre AKP’nin üye sayısında da çok ciddi bir düşüş yaşanıyor. Babacan ve ekibinin şu ana kadar açıktan herhangi bir politik söylemi, programı olmadığı halde AKP’den hiç azımsanmayacak bir oy alacağı görülüyor. Babacan’ınki gibi AKP dışında farklı alternatiflerin ortaya çıkması, demokrasi açısından önemlidir, anlamlıdır.

İktidar, sandıkta kaybettiği gücü devletin gücüyle telafi edemez mi?

Edemez. Halkın iradesinin karşısında hiçbir güç bu kadar uzun duramaz. Son kayyım atanması dâhil, sürekli halkın iradesine karşı işler yapıyorlar. Ama hangi gücü kullanırlarsa kullansınlar, halkın gücü karşısında duramazlar. Halkın iradesine karşı politikalara devam ettikleri sürece daha fazla güç kaybedecekler. Öfkelerinin bir sebebi de bu.

‘CHP İKTİDARINDA MUHAFAZAKÂRLARA BASKI SÖZ KONUSU OLMAYACAK’

Avrasya Kamuoyu Araştırma Merkezi’nin son anketine göre CHP şu anda birinci parti konumunda. Sizin elinizde de bu yönde veriler var mı?

Son zamanlarda İstanbul’da böyle bir araştırma yaptırmadım. Elimizde ölçülmüş bir veri yok ama sokağa, sahaya baktığımızda, genel izlenimlerimizi değerlendirdiğimizde CHP’nin oylarının oldukça yükseldiğini hissediyoruz.

Sizce CHP iktidara gelecek mi?

Gelecek. İstanbul’u alacağımızı da ta 13 Ocak 2018’de söylemiştim (Gülüyor).

AKP’nin muhafazakâr tabanı, olası bir CHP iktidarının kendilerine yönelik baskı dönemi anlamına geleceğini düşünüyor. Siz CHP iktidarında nasıl bir Türkiye tahayyül ediyorsunuz?

CHP’nin baskıcı bir politik zihniyeti olmadığı için ne muhafazakârlara ne de başka kesimlere herhangi bir baskısı söz konusu olmayacak. O dönemler bitti. CHP’nin anlayışı, programı, söyledikleri ve yapmak istedikleri çok net. Darbe hukukundan arındırılmış bir anayasa yaptığımızda, üstünlerin hukuku yerine hukukun üstünlüğünü yeniden tesis ettiğimizde, demokrasi, özgürlük, eşitlik ve insan hakları bağlamında bir gelecek inşa ettiğimizde, herkesin düşüncesine saygı duyulan, insanca yaşanan bir Türkiye’ye kavuşacağız. Hayalimiz bu ve bu hayalin gerçekleşeceğini görüyorum.

‘UMARIM ERKEN SEÇİM ÇOK ERKEN OLMAZ’

Kapıda erken genel seçim var mı sizce?

Açıkçası erken seçim olmasını istemem. Yerel seçimlerden yeni çıktık ve insanlar seçimlerden yoruldu. Ayrıca yerel yönetimlerde kazandığımız başarıyı sosyal demokrat belediyecilik başarısıyla daha da görünür kılmamız, bunu bize oy vermeyenlere de göstermemiz gerekiyor. Böyle bir döneme hem toplumun hem de partimizin ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Tabii bu benim temennim. Ama mevcut ekonomik, iç ve dış sorunlara bakıldığında, evet bir erken seçim olabilir. Umarım çok erken olmaz.

AKP açısından erken seçim bir kurtuluş olabilir mi?

Artık AKP için hiçbir şey kurtuluş olamayacak. Çünkü bu memlekette AKP’nin anlayışının sonu geldi.

İktidarın HDP’yi kapatıp erken seçime gitmeyi tasarladığına ilişkin senaryoyu nasıl okuyorsunuz?

Yapmaz dediğimiz her şeyi yaptıkları için, bunu da yapmaz diyemem. Ama yine de bu kadarının yapılabileceğini düşünmüyorum.

‘BİR SİYASİ PARTİNİN KAPATILMASI TOPLUM AÇISINDAN TRAVMATİK OLUR’

Çocukları dağa gitmiş bazı ailelerin HDP Diyarbakır İl Binası önüne yönlendirilmesinin ve bunun üzerinden yürütülen kampanyanın, HDP’yi kapatmaya zemin olarak kullanılmak istendiği söyleniyor. Sizce böyle bir hamlenin siyasi sonuçları ne olur?

Türkiye’de bir siyasi partinin kapatılması toplum açısından travmatik olur. Bir kere siyasi bir partinin kapatılmasını hiçbir şekilde doğru bulmam. Öte yandan ailelerin HDP önündeki eylemi konusunda da Meral Akşener’le hemfikirim: Beklenecek yer bir partinin il binasının önü değil, devletin kapısı olmalıdır.

CHP’nin şu anda bir Kürt politikası var mı?

CHP ve Kürt politikası denince hep 1989 raporuna gönderme yapılır. Oysa Sayın Kılıçdaroğlu’nun 2014 yılından itibaren söyledikleri ve yaptıkları ortada. Bakın, 5 Ocak 2013 tarihinde Sayın Kılıçdaroğlu, çözüm süreci daha resmen başlamadan, “geçmişteki bütün hatalara karşın, AKP’ye yeni bir kredi açıyoruz. Çözün sorunu” demişti. Peki aldığı yanıt neydi?

‘KÜRTLERLE CHP TABANI ARASINDAKİ İLİŞKİ HİÇ ZEDELENMEDEN DEVAM EDİYOR’

Ertesi gün Erdoğan şu yanıtı vermişti: “Ana muhalefet partisi diyor ki: ‘Kredi veriyoruz’. Kendisi muhtac-ı himmet bir dede, nerede kaldı gayrıya himmet ede… Sen nereye kredi vereceksin, sen krediye muhtaçsın. Hangi krediyi vereceksin!”

Evet, tam olarak bunları söylemişti. CHP’nin, insanların haklarıyla birlikte, barışçıl bir biçimde yaşayabilmeleri için her türlü soruna çözüm bulma arayışı var. Bu arayış ve anlayış zaman zaman parti içinde egemen olmamış olabilir ama bu yönde çaba sarf eden azımsanmayacak kadar fazla insan da var. 2013’te Genel Başkanımız çözüm sürecine kredi açtığı gibi, ne kadar hayati olduğunu bugün daha iyi anladığımız bir uyarıyı da yapmıştı: “Kürt sorununun çözüm zemini parlamento olmalıdır.” O gün asıl amacı çözüm değil de Kürt sorunu üzerinden kendi varlığını güçlendirmek olan anlayış, daha sonra herkesi mağdur edecek bir başka anlayışa evrildi. O dönemde CHP’nin, Kürt sorununun bütün veçheleri için hazırladığı çözüm önerileri, kanun teklifleri, araştırma önergeleri, reçeteleri vardı. Ben o dönem İstanbul il başkan yardımcısıydım ve biz “Kürt sorununun çözümünde özgürlükçü demokrasi” başlıklı bir metin hazırlayıp parti içinde imzaladık, kamuoyuna açıkladık. CHP’nin Kürt sorununun çözümü konusunda her zaman çalışmaları oldu. Fakat iktidarda olmadığınızda, bu çalışmalarınız icraata geçemiyor. Önümüzdeki günlerde Kürt sorununun çözümü konusunda Sayın Kılıçdaroğlu’nun talimatı doğrultusunda, sorunun boyutlarını ve çözüm yollarını ortaya koyan yeni çalışmalar da başlatacağız. Bakın, yüzde 10’luk seçim barajının kaldırılması bile, sorunun parlamento zemininde, tüm yaklaşımların temsiliyle tartışılmasına vesile olabilir. Çözüm sürecini başlatıyorum deyip Kürtlerin sorunlarını kendi anlayışı ve çıkarları doğrultusunda yorumlayanların geldiği noktayı gördük. Demokrasi anlayışı olmayanlar ne kendine ne de başkalarına demokrasi getirebilir. Çözüm sürecinde insanlar bir illüzyonla oyalandı.

31 Mart ve 23 Haziran İstanbul seçimlerinin sonucunda Kürtlerin tercihi belirleyici oldu. Bu süreç, Kürtlerle CHP tabanı arasında görece sıcak bir ilişkiye de vesile oldu. Bu ilişki hâlâ devam ediyor mu?

Hiç zedelenmeden devam ediyor. Adalet ve hukuk arayışı insanları bir araya getirdiğinde elbette herkesi memnun edemeyebilirsiniz ama süreçlere uzun erimli bakıldığında, güncel olayların sonucu değiştirmediği görülüyor. Kayyım atandığında “CHP sokağa çıksın” gibi, olayın sıcaklığıyla verilmiş haklı, anlaşılır tepkiler ortaya çıkmış olabilir. Yerel seçim sürecinde CHP tabanıyla Kürtlerin elleri birbirine değdi. O ellerin birbirini sıkmasına çok yakınız.

‘HAPSE ATILMAM TEFERRUAT OLUR’

Ankara kulislerinde “Demirtaş dışarı, Kaftancıoğlu içeri” şeklinde bir hazırlık yapıldığına dair söylentilerin dolaştığı iddia ediliyor. Hapse atılacağınızı düşünüyor musunuz?

Geçenlerde biri de “Yenikapı’daki arabaları alın, Canan Kaftancıoğlu’nu verin” diye yazmış (Gülüyor). Demirtaş’ın tahliye edilmesinden müthiş bir mutluluk duyarım elbette. Öte yandan muktedirin bizimle ilgili neler düşünüp tasarladığıyla ilgilenmiyorum. Bizim ne yaptığımız, ne düşündüğümüz ve ne yapacağımız daha önemli. Muktedir, bizimle ilgili düşüncelerini hayata da geçirebilir ama bunların hepsi teferruat.

Yani hapse atılmanız da teferruat mı olur?

Evet, hapse atılmam teferruat olur. Çünkü bizler fikir ve ifade özgürlüğünün mücadelesini veriyoruz. Hem kendimizin hem de başkalarının hayatındaki duvarları yıkmakla uğraşıyoruz. Beni hapse attıklarında düşüncelerimi sınırlayamayacaklar. Yine düşüneceğim, yine üreteceğim. Zihnini tutuklayamadığınız insanı dört duvar arasına atarak esir edemezsiniz. Benim asıl üzüntüm, dışarıda olmasına rağmen zihni esaret altında olan insanlar içindir. Çocukluk yıllarımdan beri hep sanal duvarları yıkarak, kırarak var olmaya çalıştım. Ama o sanal duvarlar gibi hapishane duvarları da düşüncelerimi tutsak edemez.

‘KORKU İNSANİ AMA KORKAKLIK ANLAŞILIR BİR ŞEY DEĞİL’

Düşünce ve ifade özgürlüğünün büyük ölçüde kısıtlanmasıyla beraber insanların zihinlerindeki karakollar da genişledi. Sizce bu sürecin neresindeyiz?

Ne yazık ki bunun çok ileri seviyesini yaşıyoruz. Türkiye’deki kutuplaşmayı sadece iki farklı ideolojik anlayış bağlamında okumamalıyız. Yaşadığımız şey, bugünü kurtarmak isteyenlerle geleceği kurmak için çalışanların mücadelesi. Bence iktidarın en büyük korkusu, insanların zihinlerindeki karakolları yıkmaya başlamaları. İktidarın sonu, insanların zihinlerindeki karakolları yıkmasıyla başlayacak. Korkunun esaretinden kurtulunduğu İstanbul seçimlerinde görüldü. Ben bir hekimim ve korkuyu çok anlaşılır buluyorum. Korku insani ama korkaklık anlaşılır bir şey değil. Eğer korkaklığa teslim olursak, ha hapisteyiz ha dışarıda, ne fark eder! O yüzden öncelikle zihinlerdeki karakolları yıkmamız lazım.

Sosyal medyada sıklıkla Matrix filmindeki Trinity karakterine benzetiliyorsunuz. Siz bu benzetmeyi nasıl karşılıyorsunuz?

Açıkçası toplumun kahramanlar yaratmak zorunda bırakılmasına, bu noktaya getirilmesine üzülüyorum. Kahraman yarattıkça normalden uzaklaşıyoruz. Ayrıca üzgünüm ama uçamıyorum, uçan tekme atamıyorum (Gülüyor). Aslında olağan koşullarda, olması gerekeni yapıyorum. Bir polis, bir bekçi, mahsur kalan bir kediyi kurtardığında onu hemen kahramanlaştırıyoruz. Oysa onun yaptığı kahramanlık değil, olağan bir insani gereklilik. Toplumun yemeyip içmeden koşabilen, uçabilen, uçan tekme atabilen kahramanlar beklemesine gerek duymayacağı bir normalleşmeyi sağlamak istiyoruz.