GÜNCEL POLİTİKA YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ SPOR MAGAZİN RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Haldun Yerlikaya
YAZARLAR
13 Ekim 2019 Pazar

Korkma kızım, film...

Sıradan,sakin bir günde eşi ve minik kızı ile akşam yemeklerini yerken bir ses duyuldu. Daha önce hiç duymadıkları türden, önce ince, en sonunda büyük bir gürültü çıkartan garip, korkutucu bir sesti. Büfedeki çeyizlik porselenler hafiften tıngırdadı. Baba çatalını bıraktı sese odaklandı, acaba ne olabilirdi?

Kızına pilav yediren anne göz ucuyla eşine baktı. Acaba komşunun evinde tüp mü patlamıştı? Anne hemen pencereye koştu, ortalıkta kimseler görünmüyordu, sokak sakin ve karanlıktı. Henüz erken olmasına rağmen uzaklardaki evlerin ışıkları teker teker sönüyordu, eşini çağırdı, ''Bak!''..

Cep telefonunu eline aldı, karşı binada oturan kız kardeşini arayıp 'Duydun mu gürültüyü?' diye sormak istedi. Numarayı çevirdi, hat bir türlü bağlanmıyordu, tekrar denedi, tekrar..

Az önceki gürültüye benzer şekilde biteceğini hissettiren ince bir ses duymaya başladılar.

Daha önce eşiyle sarılıp birlikte izledikleri filmlerdeki sese benziyordu. Rüzgarı yırtan ince bir ses ve sonunda büyük bir gürültüyle yıkılan binaları görmüşlerdi. O zamanlar hamileydi, minik kızları henüz doğmamıştı. Onun bir savaşa şahit olmamasını dileyerek sarılıp uyurlardı...

Fakat duydukları o ses devam ediyordu, oysa sadece birkaç saniye süren ses neden bitmek bilmiyordu? 

Minik kızları pilavını kendi başına yemeye çalışıyordu, bazen de su içerken çenesinin kenarından üzerine akıtıyordu. Annesi üstünü kirlettiği için her seferinde daha dikkatli olmasını öğütlüyordu. Yine öyle oldu, çenesinden, yanaklarından yere sular döküldü ama nedense hiç kızamadı, gidip bir an önce ona sarılmak istedi. Baba donuk gözlerle pencereden dışarıyı gözlerken o ince ses aniden bitti. Hemen karşı binalarındaki eşinin kardeşinin evinden bir alev yükseldi. Ardından en şiddetli gök gürültüsü sanki pencerenin hemen önünde olmuşcasına bir ses..

Toz ve tuğla karışımı bir şeyler bulunduğu pencere camını kırdı. Boynundan içeri giren camlar her yerine batıyordu, eşine döndü, ışıklar söndü, seslendi: ''Emel, Ayşe neredesiniz?''

Telefonunun ışığını açtı...

Eşi, kızına son kez uzattığı pilav çatalı havada kalmış şekilde öylece kalmıştı. Ayşe yoktu.. Ayşe? Kızım neredesin? Kızım?

Masanın altına eğildi, oradaydı. Bacaklarını kendine çekerek oturmuş, kendisine seslenildiğini duymuyor gibiydi. Hemen yanına girdi, sarıldı; 'Korkma, film' dedi.

Eşini donakaldığı sandalyeden alıp masanın altına soktu. Yatak odasından en büyük yorganı, buzdolabından en büyük su şişesini alıp hızla döndü. Üstlerine serip telefonun ışığını açtı. Ayşe'yi göğsüne yasladı, eşinin elini tuttu. Neler olduğunu anlamaya çalışıyordu..

Sınıra yakındı evleri. Mahmut Bey vergi memuru, Emel Hanım resim öğretmeniydi. Aslen Eskişehirliydiler. Emel Hanım'ın kız kardeşi, Mahmut Bey'in çalıştığı daireden çok sevip güvendiği bir arkadaşı ile evlenip buraya yerleşeli henüz 7 ay olmuştu, eşinin söylediğine göre galiba hamileydi.

Mahmut Bey az önce duyulan son sesin kız kardeşi Rana'nın evinden geldiğini eşine söyleyemiyordu. İdare etmesi için telefonun ışığını kapatınca Ayşe korkuyla bağırdı, hemen tekrar açtı. Olan biten her şeyi açıklayacak rahatlatıcı bir cümle kurmayı deniyor ama bulamıyordu.

Sustu...

Aniden oturduğu yerden fırladı! Kızının ağlamasını, eşinin korkmasını  önemsememesi gerektiğini biliyordu. Orada oturup öylece bekleyemezdi. Dışarıda neler olup bittiği anlamak ve ona göre önlemler almak zorundaydı. Pencereden kafasını uzatırken kırık camların yüzünü kestiğini unutturacak bir manzara tam karşısında duruyordu. Alevlerin yoğun olduğu yönde üzerinde uzun namlulu silahlar ve garip tipli adamlar olan araçlar görür gibiydi. Bakması, kim olduklarını görmesi gerekiyordu. Hatırladı, bir dürbünü vardı, ama neredeydi? Eşine sordu; ''Yatak odasındaki dolabın üzerinde!'' dedi.

Telefonunun ışığını yaktı, dürbünü alıp geldi, hemen bakmaya başladı. Birçok araç ve üzerinde garip tipli uzun sakallı adamlar evlerinin olduğu yöne doğru yaklaşıyorlardı. Kimdi bunlar? Tüm bu yaşananlar neden oluyordu? Bu adamlar benim küçük Ayşe'mi ve eşimi neden bu kadar korkuttular?

İçgüdüleri vergi memuru Mahmut Bey'e daha güvenli bir yere saklanmaları gerektiğini söylüyordu. Ama o bunu eşine ve kızına nasıl söyleyecekti? Galiba en iyisi hiçbir şey söylemeden kollarından tutup 5 katlı binalarının çatı katındaki kiremitlerin altına gizlenmekti. Öyle de yaptı.

Dışarıdan gelen gök gürültüsünü andıran seslere kulağı alışmıştı, tek dileği o seslerden birinin çok yakınlarında olmamasıydı. Bitmeliydi bu saçma sapan durum!..

Makineli tüfek sesleri gitgide yakınlaşıyordu sanki. Aşağıdaki demir giriş kapısından tekmeleme sesleri geliyordu. Galiba az önce dürbünle izlediği uzaktaki o çirkin,uzun sakallı adamlar bulundukları yere varmıştı, ''film kızım'' dedi..

Mahmut Bey birazdan olacakları artık gözünde canlandırmaya başlamıştı. Aşağıdaki komşularının dairelerinin kapıları tek tek kırılıyor,ardından makineli tüfek sesleri duyuluyordu. Sesler gitgide yukarıya doğru yaklaşıyordu. Yorganı başlarından aşağı çekti,tadilattan kalan kiremitlerin arasında belki daha zor seçilebilirlerdi. Kızına ''Bu filmi çok sessizce izlemelisin!'' dedi. Eşine ağlamayı kesmesi gerektiğini sertçe söyledi. Binanın en üst katında çatının hemen altında oturan komşularının kapılarının kırılışını duydu. Artık kalbi göğüs kafesine sığmıyordu. Çatı katının giriş kapısından gelecek bir tekme sesiyle her şeyin sona ereceğini ve o anın az sonra olacağını biliyordu. Her şeye rağmen son kez telefonunun ışığını açtı, yorganın altındaki kızı Ayşe'ye ve eşine baktı. Yüzündeki kan ve terle karışan gözyaşı nasılsa fark edilemezdi. İkisini de kendisine doğru sertçe çekip sarıldı, onları çok sevdiğini ve mutlaka tekrar görüşeceklerini, yine birlikte ve mutlu bir hayat süreceklerini söyledi. Kızı Ayşe babasına nereye gittiğini sordu. Cevap veremedi...

Farklı farklı dillerde konuşan o garip uzun sakallı çirkin adamların dokunmaya kıyamadığı minik kızının ve canından çok sevdiği eşinin bedenini kurşunlarla dolduruşunu izleyemezdi. Hemen bir hamle ile kapının olduğu tarafa kendisini attı.

Üstlerinden bir uçak geçtiğini hissettikten birkaç saniye sonra az önceki gürültüleri aratacak türden patlamalar duyulmaya başladı. Öylesine şiddetliydi ki, bazı kiremit parçaları kendilerini gizledikleri yorganın üzerine düşüyordu. Birden aklına sınırda görev yapan,uzun yıllar çatışmalara katılıp en sonunda göğsüne aldığı şarapnel yüzünden Gazi olarak ordudan ayrılan çocukluk arkadaşı, kardeşi gibi sevdiği Serhat Binbaşı geldi. Bir gün şöyle demişti; 'Bu hainlerin iyi ki uçakları yok!' 

Peki o zaman kimdi bu tepemizde dönüp bomba yağdıran uçaklar?

Yoksa?

Merdivenlerden gelen tekme ve makineli tüfek sesleri, anlamadıkları dilden konuşan o çirkin sakallı adamların bağırışmaları duyulmuyordu. Ne olmuştu? Oysa ki sokaktan gelen çatışma sesleri on kat artmıştı?

'NELER OLUYOR YARABBİM SEN BİZİ KORU!'

Uzaktan uzaktan bazı konuşmalar duyuluyordu;

Mehmet şu bina!! Dikkat!!

Asker!!

İleri!!

Ateş!!

VURUN ŞU KAHPELERİ!!

TEMİZLEYİN ASLANLARIM!!

 

ALLAH ALLAH ALAH!!

 

                                                          *     * *

 

Gözyaşları içinde yazdığım şu satırları Allah kimseye yaşatmasın.

Ama yaşayacak olursanız bilin ki saklandığınız o çatı katından sizi kurtaracak tek güç; Şanlı Türk Ordusudur.

Haydi kalın sağlıcakla,sevgili din kardeşlerim!