GÜNCEL POLİTİKA YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ SPOR MAGAZİN RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Eser Atak...
YAZARLAR
22 Kasım 2023 Çarşamba

Kent yönetimi ve demokrasi

Aileden, okuldan başlayarak büyükler/güçlü olanlar haklıdır ve daha iyi bilir kültürü ile yetişiyoruz. Büyüklerin, öğretmenlerin, ağabeylerin kararları tartışma konusu olamıyor. Çocuklara; “sen daha mı iyi bileceksin?” şiarı işleniyor. Ortaklaşa alınan karar değil, büyük ve güçlü olanın karar ve fikirleri geçerli oluyor. Dolayısıyla katılımcı demokrasi kültürü gelişemiyor Sonuçta bu toplumsal yapı içinde yetişen insanlar “birey” olamıyor. Yönetici konumda olanlar ise eleştiriyi kaldıramayan, otoriter kişiliklere dönüşüyor. Bu karakter yapısına sahip olan kişileri sadece kamu yönetimlerinde değil, özel sektörde, sivil toplum kuruluşlarında, site yönetimlerinde her yerde görmek mümkün… Bu da esasında en küçük aile biriminden en üst yönetim kademesine kadar bir demokrasi kültürü sorununun varlığına işaret ediyor.

Türkiye’de kent yönetimleri demokrasinin neresinde?

Ülkemizdeki demokrasi kültürü sorunu yerel yönetimlerde de benzer biçimde yaşanıyor ve otoriter kent yönetimleri ortaya çıkıyor. Siyasi liderler aldıkları oyun kendilerine sağladığı ‘mutlak güç’ mantığı içinde tepeden inmeci, emrivaki, dayatmacı kararları alabiliyorlar. Çağdaş dünyada sorunların oydaşma kültürü ile tanımlandığı gerçeğine zıt olarak ötekileştirici pratikte iktidardan anlaşılan, toplumda karşı olanlar olsa bile, hatta azımsanmayacak bir sayıda olsalar bile kendisinin çözümünü zorla uygulamaya çalışmak biçiminde ortaya çıkıyor.

Ötekileştirici siyasetin sonucu olarak seçimlerde taraftar mantığı ile oy veriliyor. Belediye başkan adaylarını çok az tanıyoruz, meclis üyesi adaylarını ise hiç tanımıyoruz. Bunlar kimlerdir? Bilgi birikimleri nedir? Kent ve çevre sorunları mücadelesi içinde şimdiye kadar ne yaptılar? Ne amaçla belediye başkanı, meclis üyesi olmak istiyorlar? Meclis üyesi olduğunda kentle ilgili ne yapmak istiyor, özellikle hangi sorun alanında çalışmak istiyor? Ne gibi bir fark yaratacaklar? gibi soruların hepsi havada kalıyor. Öyle ki, bir gecede partinin kamuoyuna açıklanmış belediye başkan adayının ismi bile değişebiliyor… Çünkü biliniyor ki taraftar mantığı ile, ötekileştirici siyaset üzerinden nasıl olsa oy verilecek… Adayın niteliğinin, birikiminin çok da önemi yok!

Bu yapı içinde demokrasi ahlakını içselleştirmemiş, dolayısıyla demokrat olmayan siyasetçileri yönetime getirebiliyoruz. Bilgisi, birikimi, yönetim deneyimi olmayan insanları alıp aşırı güçle donatıyoruz, koskoca kurumların yönetimini bir anda bir kişinin vereceği kararlara emanet ediyoruz. O yüzden bizde yerel yönetimlerde bir türlü kurumsallaşma tam olarak sağlanamıyor. Başkanların kişilik yapısı, dünya görüşü, estetik yargısı, bilgi birikimine göre kent mekânı şekillendiriliyor, belediye bütçesi kullanılıyor. Belediye başkanı, kendi tercihlerini toplumun tercihleri olarak görebiliyor.

Siyasal bir önder çılgın proje sunabilir mi? Bu projenin meşru olabilmesi için projenin çılgınlığının yanında, gerçekte de akılcı/rasyonel olduğunun verilerle gösterilmesi gerekir. Siyasetçi, kendisine verilen yetkileri kararların demokratik olarak alınması için kullanmalıdır. Ancak ülkemiz demokrasi pratiğinde, verilen yetki çoğu zaman karar almayı demokratikleştirmek için kullanılmaz.

Seçimler demokrasinin sadece bir bölümü

Bu demokrasi kültürü sorununun bir tezahürü olarak mevcut yerel demokrasi pratiğimizde kentli yurttaş, yaşadığı çevrenin oluşumunda (tıpkı genel seçimlerde olduğu gibi) seçimden seçime oy veren salt bir seçmene indirgenir. Kentli yurttaşı oluşturan çeşitli toplumsal kesimler, belediyenin alacağı önemli kararlarda kamusal bir özne olamaz ve karar süreçlerinden dışlanır. Kamusal özne olma yolu sadece siyasetçiler için geçerli kabul edilir. Oysa seçimlerde halkın oyuyla verilen yönetim yetkisi, kent için verilecek önemli kararlarda beş yıl boyunca halka danışmadan, halkı bilgilendirmeden, halkla uzlaşmadan yönetimin istediği her şeyi yapma hakkına sahip olduğu anlamına gelmiyor. En azından gerçek demokrasilerde bu böyle...

Ancak ülkemizde demokrasi sadece temsili düzeyde ve sandığa indirgendiği için yönetim dönemi boyunca halkın denetimi çok sınırlı... Belediye meclisleri yoluyla halkın denetime katıldığı varsayılıyor, ancak pratikte böyle olmuyor, meclis üyeleri çoğunlukla parti grup kararına uymak durumunda kalıyor. Belediye başkanlarının iradesi ve mevzuattan gelen gücü bu demokratik, çoğulcu, katılımcı, müzakereci yaklaşımı da keyfekeder hale getiriyor. Vergisine sahip çıkan aktif yurttaşlığın gelişmediği ülkemizde sandık sonuçları yurttaşın iradesinin tümüyle devredildiği kabulüne yol açıyor.

Seçimler demokrasinin sadece bir bölümü olduğu halde bizde ‘tamamı’ olarak görülüyor. Seçimlerde oy çokluğunun alınması, iktidarın her istediğini sorgusuz sualsiz yapma hakkına sahip olduğu gibi algılanıyor. Sürekli bir emrivakiler ve dayatma içinde ülke ya da kent yönetilmeye çalışılıyor. Oysa, karar süreçlerinin de demokratik olması gerekiyor. Toplumda yaşayan yurttaş ya da topluluklar karar süreçlerine ne kadar etkin katılırsa yapılanların meşruiyetinin de o denli artacağı, itirazların azalacağı, toplumsal çatışma yerine uzlaşma kültürünün egemen olacağı ve bunun sonucunda bireyin/yurttaşın kendini kamusal bir özne olarak saygın bir konumda göreceği unutulmamalı…

Ama bu demokratikleşme aşamasına kendi kendine ulaşılmayacağını ya da siyasi irade tarafından yurttaşa sunulmayacağını bilmek gerekiyor. Yurttaş, yönetime katılma hakkını istemeli, bunun için inat etmeli ve bunu zorlayarak, mücadele ederek demokratik yollarla almalı... Mücadele edilmeden verilen demokratik hakların iktidarlar tarafından yine kolayca geri alınabileceği her zaman hatırda tutulmalı…

Yazarın Diğer Yazıları