GÜNCEL POLİTİKA YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ SPOR MAGAZİN RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Haldun Yerlikaya
YAZARLAR
11 Ekim 2019 Cuma

Güvenli bölgeyi güvende tutmanın maliyetini kim ödeyecek?

Güvenli bölge oluşturup mülteci yerleştirme fikri doğru gibi görünüyor ama bu operasyon bitene dek Türkiye'deki mülteci sayısı ikiye katlar mı bilinmez. Çünkü öncekilere göre çok daha büyük çaplı ve olası çok daha uzun sürecek bir operasyona başladık.

Hiç sorulmayan bir de önemli soru kurcalayıp duruyor beynimi; mülteciler alıştıkları İzmir'i,İstanbul'u,Bursa'yı,Gaziantep'i bırakıp güvenli bölge kırsalına güle oynaya gidecek mi? 30 km derinliğindeki koridor ne derece güvenli olacak? Eğer güvenli olacaksa bunun maliyeti mültecileri Türkiye'de tutmaktan daha az ve risksiz olacak mı? Son 2 günde Nusaybin ve Ceylanpınar'a atılan havan ve roketleri düşününce güvenli  bölgeye yerleştirilecek olası mültecileri kışkırtma amaçlı tacizlerin yoğunluğunu şimdiden görmek mümkün. Kısacası TSK'nın kâh günah keçisi kâh kahraman ilan edildiği ülkemizde, yanlış politikaların ayıbını yine TSK ile örtmeye çalışmak da bir seçenek olarak karşımızda duruyor fakat asıl amaca ne kadar hizmet edeceğini kestirmek zor. Demem o ki,TSK'nın gayretlerinin boşa çıkmaması için Suriye rejimi ile temasların sağlanması açık şart. Esad ile bir masanın iki tarafına oturup eski fotoğraflara benzer bir fotoğraf çektirmedikçe Türkiye'deki mültecilerin güvenli bölgeyi güvenli bulacaklarını ve buradaki rahatlarını bırakıp bir bilinmeze koşa koşa gideceklerini pek düşünmüyorum. Bu noktada korkularım var. Çok organizeler, korkularımı bundan önceki son iki yazımda ayrıntıları ile belirttim.Yanılıyor olabilirim,hatta yanılıyor olmayı çok isterim fakat bir vatansever olarak ülkemin karşısındaki olası tehditleri gün yüzüne çıkartmayı da asli görev bilir, sonuna kadar ve korkmadan sorarım.

Gelelim hapisteki Işid'liler meselesine..

Bu zaten ayrı bir dert. Tutsan bakamazsın, yollasan kimse almaz, salsan bela kere bela! Bu mesele sadece Türkiye'nin değil, dünyanın ortak güvenlik meselesidir. Eğer kimse onları ülkesinde istemiyorsa o zaman yapılması gerekene destek verecek, elini taşın altına sokacak. Kimse Türkiye'yi dünyanın geri kalanının güvenliğinden sorumlu ülke ilan edemez, etmemeli, ettirmemeli! Bu bağlamda Trump'ın 'Işid'lilerin sorumluluğunu Türkiye'ye verdim' açıklamasına, bölgeden çektiği üç-beş Amerikan askerinin karşılığıymış gibi minnetle razı gelmek, sonradan karşılacağımız büyük beladan bir süreliğine kaçmakla aynı anlama geliyor..

Başka tehlikeler de var..

Mesela ABD senatosunun Türk düşmanlığı. Haydi diyelim bu bilindik bir şey ama Macaristan hariç tüm Avrupa'nın Türkiye'nin sınır güvenliğini koruma girişimini kınaması, hele Arap ülkelerinin toplu açıklamaları, politikayı geçiyorum: Ayıp! Birçok yönden eleştirdiğim Sn Erdoğan'ın bu konudaki söylemlerinin açık seçik yanındayım.

Fakat... Fakat... Fakat...

Zaten ekonomimiz ciddi bir sıkıntıda, boşa atacak tek kurşunumuz kalmamış, yapmaya çalıştığımız işi hatalı politikalarla ziyan edip ülkenin başını dünya nezdinde belaya sokmak, teröristi yok edeyim diye yola çıkıp terörist ülke ilan edilmek de var bu işin ucunda.

İyi düşünmek gerek. Çok saygın, konusuna hakim, adeta dış politika kurdu diplomatlarımız var ve onların fikirlerinin alınmayışını kederle izliyorum. Sn Uğur Dündar'ın bugünkü köşesinde yer verdiği Sn Şükrü Elekdağ, Trump'ın söylemlerindeki bize saçma gelen durumları nasıl da güzel özetleyivermiş..Cumhuriyetle yaşıt bu bilgemizin en zor konuları bile böyle kolaylıkla, hatta gülümseyerek çözüme ulaştırmasına hayran kalmamak elde mi? Sırf siyasi veya dünyevi görüş farklılıkları olduğu için ülkemizin yetiştirdiği böyle tecrübelerden istifade etmemeyi hangi akılla, kim izah edebilir? Haydi etti diyelim, kaç kişiyi ikna edebilir? Oysa Yüce Önder ne de güzel söylemiş,''Söz konusu vatan ise gerisi teferruattır!'' unuttuk mu?

                                                                   *     * *

Ülkemin gençlerinde iki korku fark ettim,değinmeden yazıyı bitirmek istemiyorum.

Korku 1:

Dün gece uykum kaçtı geç saatlere kadar oturdum. Yeni bir haber var mı diye twitter hesabıma baktım ki ne göreyim, herkes ayakta! İstanbul ve Ege'de birkaç küçük deprem olmuş herkes korku içinde, kimisi birbirini teskin etmeye çalışıyor, kimisi de kendisini kahin ilan etmiş ''Şurada,şu saatte, şu şiddette deprem olacak, bulutlardan anlıyorum,zaten yerden uğultu geliyor!'' şeklinde konuşup duruyor. Uyumayıp oturan öyle çok insan vardı ki ''#İstanbuldeprem'' başlığı gündemin ikinci sırasına oturmuş! Üzüldüm. Bir genç kızımız şöyle sormuş: ''Bu artçı depremler büyük depremi hafifletir mi?'' kıyamam, korkmuş. Hemen altına doluşmuşlar, ''Hayır aksine daha da tetikler, her an büyük deprem olabilir, sakın uyuma!'' Yapmayın şunu, bilmediğiniz konularda tahminler yürütüp tutarsa kahraman olma merakınızdan vazgeçin. Bu, ''Şimdiye kadar ne yaptıysam kimsenin dikketini çekemedim, belki böyle bir şey tutturursam çekerim'' ezikliğinin itirafından başka bir şey değil, komik oluyorsunuz. Haarpçı komplo teorisyenleri zaten ayrı komedi, anlatmaya gerek bile duymuyorum. Burada Sn Ekrem İmamoğlu'na bir de önerim olacak, mahalle mahalle gezecek birkaç profesyonel ekip ile İstanbul halkında oluşan (Seismophobia) deprem korkusunu tedavi etmeye çalışmanız hoş olur, insanlar gerçekten çok gergin,inanın çok katılan olur. Dikkat çekmek için tekrarlıyorum,deprem eğitimi demiyorum,deprem korkusunu yenme tedavisi diyorum..

Korku 2:

Savaş korkusu.. Özellikle kadın ve çocuklarımızda epey yükselmiş. Korkmayın!.. Türkiye Cumhuriyeti bir kabile devleti değil, 82 milyonuz biz. Dağ gibi Ordumuz var, hiçbir şey olmaz. Açın Türk tarihini okuyun, hatta okumadıysanız size rahmetli Özakman'ın ''Şu Çılgın Türkler'' kitabını tavsiye edeyim. Rahatlarsınız..

Son olarak şunu gerçekten iyi bilmemiz ve hiç unutmamamız gerekiyor; ne Amerika ne Rusya, Türk'ün Türk'ten başka dostu hakikaten yok.

Haklı mücadelemiz hayırlara vesile, gazamız ise mübarek ola!..

Saygılarımla...